TÜRK MİTOLOJİSİNDE AL DİNİ VE OKRA İLİŞKİSİ

 

Uybat Kurganlarında (Çaatas)  Bulunmuş Ön Türk Okrası

Prof.Dr. Özkul ÇOBANOĞLU

Günümüzde hiçbir inandırıcı delili kalmamış ve tarihin en büyük fiyaskolarından birisi olan Aryan Teorisi’ni gerçekmiş gibi göstermek ve Turan teorisini örtmek maksadıyla uydurulan arkeolojik ve prehistorik postulalardan birisi de herhangi bir mezarda eğer ceset/iskelet kızıl kil yağlı toprakla sarılıp kaplanmışsa “okra” dedikleri bu tekniğin bulunduğu bütün mezarlar-hiçbir açıklama ve delil ileri sürülmeksizin- otomatik olarak Hint-Avrupa ve de Aryan kabul edilmektedir.

Bu yolla İskit, Sarmat başta olmak üzere Altay ve Türkistan ve Sibirya’da ortaya çıkan Türk uygarlığına ait kalıntıların Türklerden ve Altaylılardan çalınarak Hint-Avrupalılığa veya hiçbir zaman var olmamış “Aryanlığa”(!) mal edilmektedir. Oysa gerçek şudur: Zengin Türk ve Altaylılar ölülerini “süt gölü” kıyılarında sonsuz olsunlar diye “al-tanrı tonuna”, “al-tun”a kesmiş elbise içinde altın elbiseli olarak gömüyorlarken, göreceli olarak fukara olan daha az altın ele geçirenleri de en önemli organları olan “gözleri” ve dilleri” üzerine altın sikkeler koyarak gömüyorlardı. İnanışlarına göre en azından gözleri veya dilleri sonsuz ve ölümsüz olacaktı. Daha da fukara olanları ise, inanca göre altın olmasına az kalmış Eski Türklerin anlayışına göre madenler de canlıydılar ve toprak altında kaldıkça tıpkı bir meyve gibi olgunlaşırlar ve böylece ad ve nitelik değiştirirlerdi. Toprak, zamanla, kurşun, demir, bakır ve altın olurdu. 

Batılıların “okra” dediği “kızıl kil yağlı toprak”, Türkçede aynı zamanda “aşı toprağı ve rengi” olarak bilinir. En eski zamanlardan beri insanın “aşık” kemiği “aşı toprağı” ve boyası biraz da sonsuza kadar yaşasın ebedi olsun anlayışıyla bin yıllık Müslümanlığımıza rağmen İstanbul Boğaziçi’nde yapılan yalıların vaz geçilmez rengidir. Hiç şüphesiz bunun nedeni kızıl kil veya aşı toprağının en eski zamanlardan itibaren altın olmasına ramak kalmış yarı altın gibi düşünülmesidir. Böylece, yeterince zengin olmayan ve altından oluşan bir elbiseye sahip olamayan Türk veya Altaylı da eğer iskeleti veya beyni gibi organları aşı toprağıyla sarılıp korunursa toprağın altında yeterince kalınca altına dönüşeceği inancıyla korunmuş ve günün birinde yüce dağların üstünde yer alan “süt gölü”cennetine ulaşma şansını yakalamış oluyordu.

Makalenin Tamamı 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GÖKTÜRK DÖNEMİ KIYAFETLERİ

ANTİK MISIR VE TÜRKLER

AMERİKA'NIN TÜRKLER TARAFINDAN KEŞFİ