TÜRK ADININ ESKİLİĞİ VE KÖKLÜLÜĞÜ ÜZERİNE
Prof. Dr. Osman KARATAY
Bir milletin varlığı ona verilen isimle bağlı ve alâkalı değildir. Esasında tek bir ismi olan millet neredeyse yoktur. Genellikle de iç ve dış adlandırma olarak iki isim bulunur. Ermeniler kendilerine Hay der; Gürcüler ise Kartli. Arnavutlar Şiptar iken, Yunanlar Ellen’dir. Sümerlilere “Sümer” diyince anlamazlardı; bugün de bir Çinli’ye “Çinli” diyince bir şey anlamaz. Bu durum etnik sosyolojinin basit bir gerçeğidir ve bu gerçeğe ittibaren bugün 200 milyon kadar Türk’ün önemli bir kısmı kendine “Türk” demiyor. Buna şaşmamak lâzım. Kendine Türk diyenler ise aslında tarihteki “Türk budun”dan değil, Oğuzlar adlı başka bir topluluktan iniyorlar. Bu durum Türkçe konuşan herkesi Türk adlandırmamız gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
Fakat evrensel bir etnik isimler lügati hazırlanırsa, Türk adının binlerce isim arasında ayrı bir yerinin olduğunu vurgulamak gerekecektir. Tarih bir kavimler mezarlığıdır. Eskiden adı geçen, tarihi yapmış toplulukları bugün bulamıyoruz; bugün bulduklarımızın dün nerede olduklarını sorguluyoruz. Muhtemelen bugün bir çırpıda saydığımız küresel etkiye sahip uluslardan en az birkaç tanesi iki asır sonrasını görmeyecek ve başka yapılara dönüşecektir. Bu yüzden, örneğin Herodotos’da 300 tane kavmin adı geçiyorsa, bugün sâdece üç tanesi yaşıyor (Yunan, Arap ve Pers). Uçsuz bucaksız arazilere serpilmiş İskitlerden veya sayılarının kalabalıklığıyla dikkat çeken Traklardan bugün bir kimse bile yaşamıyor. Âlimler bir etnik ismin kullanım süresini ortalama beş ile on asır arasında hesaplarlar. İşte Türk adı bu noktada ilginç hâle geliyor. Zira yaygın kanaate göre 1500 yıldır kullanımdan düşmedi; bize göre ise bu isim tarihteki en uzun süre kullanılan beş etnik adlandırmadan (yukarıdaki üçüne Yahudi kelimesini de ekleyelim) biri.
Ülkemizde “Genel Türk” tarihçiliğinin gelişmeyişi ve açıkça uzun süre Togan’dan bir adım öteye gidemeyişi sebebiyle Türk adıyla ilgili araştırmalar da yerinde saymış gözüküyor. Bunun sebebini “Çin hastalığı” olarak teşhis edebiliriz. Z. V. Togan bir Avrasya tarihçisiydi; meseleyi Batılı meslektaşlarından daha iyi biliyor, onlardan bağımsız tespitlerde bulunuyordu. Ama sonrakiler Avrasya değil, Çin tarihçisi olarak davrandılar. Batı’da dikkatli bir şekilde geliştirilen ve oturtulan, Türklere ancak Uzakdoğu’da bir yurt veren görüşler bizim tarihçilerimiz tarafından yontulmadan alındı. Biz coğrafî ayrımın farkına varmadık ve “Orta Asya” dedik ama Batı’da bunun adı “İç Asya”dır ve Altay dağlarının doğusundaki sahayı imler. Esasında Türk yurdunu Orta Asya’da görmekle kendimizle çeliştik, zira yine sorgulamadan, hatta romantik bir gönüllülükle kabullendiğimiz Altay dil ailesi kuramı zaten Altayların batısında bir anayurdu imkânsız hâle getirmektedir. Yâni bugün neredeyse hiçbir Türk, Türkler için belirlenen anayurtta (Moğolistan bozkırları ve Mançurya ormanları) yaşamazken, biz Çin tarihi okumalarından kırptığımız bilgilerle Uzakdoğu’da Türk aradık; anayurdu da olmaz şekilde Orta Asya’ya yerleştirdik.
Bu yazının konusu Türk adı olduğundan, biz anayurt tartışmalarındaki yöntemlerin ayrıntılarına girmeden ve anayurt arayışlarında etnik isme bağlılığın sıkıntılı olduğunu bile bile, doğrudan Türk kelimesinin peşine düşeceğiz. Nihayetinde Göktürk çağıyla ilgili olması hasebiyle, eski Arap şiirlerinde veya Fars kaynaklarında bu ismi aramak zaman bilgisi açısından fazla bir katkı sağlamıyor. Göktürk yurdu Çin’in kuzeyinde olduğundan doğrudan Çin yıllıklarına bakmalıyız. Şansımızdan, yaklaşık aynı günlerde yazılmış ama birbirini kopyalamamış iki Çin kitabı (Chou-shu ve Sui-shu) Tuyku dedikleri Göktürklerin kökenlerine dair bilgi verirler. Usturelerle karışmış bu bilgiden “Ergenekon Destanı”nın en eski ve özgün biçimlerini üretmişiz. Metnin girişindeki bilgiden şu üst başlıkları çıkartmak mümkün:
a) Türkler Hunlar ile aynı kökten bir topluluktur;
b) Türkler eskiden Batı Denizi’nin sağında/kuzeyinde yaşıyorlardı;
c) Düşman komşularınca yenildiler ve soykırıma tâbi tutuldular;
d) Kurtulabilenler düşmanların erişemeyecekleri uzak ve dağlık bir yere çekildiler ve uzun süre orada sükûnet içinde kaldılar;
e) Sayıları artınca dağlık bölgeden çıkarak tarihe yeniden girdiler.
Göktürk çağından geriye doğru gidersek, dağlık bölgenin Altaylar olduğunu tarihî olarak iyi biliyoruz. Bağlı bulundukları Avarları yenip dağıttıktan sonra doğuya doğru yayılmışlar ve bugünkü Orta Moğolistan’a tekabül eden Ötüken Yurt’a hâkim olmuşlardır. Gerek Altaylar, gerekse Ötüken, Çin’in kuzeyindedir. Çinlilerin Batı Denizi diyebilecekleri herhangi bir su kütlesinden Altaylara doğru göç, batı-doğu istikâmetinde bir hareketlenme anlamına gelir. Konunun uzmanlarının Batı Denizi’nin (Hsi-hai) değişik zamanlarda değişik suları imlediği açıklaması tatmin edici değil. En azından belli bir dönemde belli bir deniz veya göle işaret ediyor olmalıdır.
.....
Böylece Türk kelimesinin tarihteki en uzun süre kullanımda kalmış beş etnik isimden biri olduğunu görüyoruz. Gün gelmiş kitaplardan, kitapçıklardan silinmiş, gün gelmiş fermanlarla belki telaffuzu bile yasaklanmış, ama tarihten hiç bir zaman silinmemiştir.
ZİRA KELİMENİN ARKASINDA TARİH YAPAN BÜYÜK BİR MİLLET VARDIR. BİR KALEM DARBESİ VE BİR OYLAMA SONUCUYLA BU DERİN TARİH GERÇEĞİNİN BİR ÇIRPIDA DEĞİŞECEĞİNİ SANMAK, BÖYLE BİR ŞEYE HEM OLUMLU, HEM DE OLUMSUZ BAKANLAR AÇISINDAN AHMAKLIKTAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR. DOST BOŞUNA ENDİŞELENMESİN, DÜŞMAN DA ÜMİTLENMESİN....
Yorumlar
Yorum Gönder